3 Şubat 2016 Çarşamba

Gramscici Açıdan Karşı Hegemonya Denemesi Olarak Yerel Popüler Kültürün İmkanı



Türkiye’de halk arasında İslami gelenek hem baskın hem de çoğunluğun geleneği olarak kabul ediliyor. Belli ahlaki kuralları olan, kendine has bir bakış açısına sahip bu çoğunluğun sinemada temsili ise her zaman problemli. Popüler kültüre baktığımızda neyin çoğunluk, neyin azınlık olduğunu yeniden düşünüyoruz. Çünkü popüler kültür Türkiye cumhuriyetinde seküler bir alan olagelmiştir. 

Popülerin kabulü açısından seküler veya islamcı iki ayrı izleyici kitlesinden bahsedemiyoruz. İzleyici kitlesini Genel ve AB grubu olarak sınıfsal açıdan analiz etmek daha makbul. Belki de İlginç olan bu! Hayattaki bakış açısını Anadolu İslamının oluşturduğu bireyle akşamları televizyonu açtığında kanal tercihini popüler kanallardan yana yapan birey farklı kişiler değil. Peki nasıl oluyor da hâkim gelenek ve hâkim popüler kültür hem bu denli farklı olup hem de aynıanda aynı bireyde var olabiliyor?

Öncelikle şu analizi yapmak gerek: egemen güç eğer gerçekten “egemense”, yani bir egemenlik alanı yaratabilmişse zaten bu alanda açık bir muhalefetle karşılaşacak şekilde işlemiyor. Egemenliği elde etme süreci de zorla ve baskıyla elde edilmeye çalışılanın aksine tam da sizin kendi normlarınızı ve hayata bakışınızın kendisini şekillendirirken çoktan gerçekleşmiş oluyor ve siz de “an” içinde o durumu yaşıyorsunuz.  

Sinema konusunda da bu böyle. Belli kült filmlerin, tarzların, klasikleşmiş sahnelerin, bu sahneler üzerinden geliştirilerek ve değiştirilerek ulaşılan yeni akımların içine doğuyoruz ve her yeni izleyici ve üretici sıfırdan başlamak yerine bu tarihin üzerine bir şeyler ekliyor. Zaten istesek de öyle boş kâğıda yazar gibi sıfırdan başlamak imkânsız.

Burada hakkı teslim edilmesi gereken sosyolojik analizlerden biri cumhuriyet kurulduğundan beri devlet eliyle desteklenen sanatın bir hâkim kültür yaratmayı başarmış olmasıdır. Kemalist modernizm gündelik hayatlarımızda ve hayata ahlaki bakış açımızda dilediği modern bireyi yaratamamış olsa da özellikle sinema tiyatro gibi görsel sanatlar alanında “kabul gören egemen” olmayı başarmıştır. Azimle asla bu popüler kanalları izlemeyen belli bir dindar azınlık olsa da çoğunluk bu kültüre yenik düşmüş durumda. Zaten bu alanda mücadele vermenin yolu da kapıları kapatmaktan ve sadece popüler olana düşman olmaktan ziyade “kendi popülerini” üretebilmekten geçiyor bana göre. Yoksa vicdanen benimsememesi gereken sinema karakterlerini içten içe ya da en azından bir alışkanlık olarak benimseyen bireyin hali kendi içinde bir yabancılaşmaya dönüşüyor. Ne de olsa daha derinlerde tüm dinamiğini batılı kültürün oluşturduğu modernite ve geçmişteki köklerinden henüz kopmamış bulunan Müslümanlığın tarihsel çatışması yatıyor.  

Kendini yeterince ifade edememenin yanı sıra hep aynı şarkıyı söyleyen batılı modern kültürün üretim yeteneksizliği bugünlerde körpe bir alan olarak kendi sinemamızın alanını herkese fark ettirmiş bulunuyor. Gençler akın akın sinemada kendini geliştirme yolunda hali hazırda. Fakat sadece filmi çekenin dindar olması da bu açıdan yeterli değil. Aradığımız daha çok filmin bakış açısında, alt metinlerinde ve hikâyelerinde “başka” bir şey anlatabiliyor olması. Seküler bakış açılarından dindar karakterlerin anlatıldığı Vurun Kahpeye, Büşra, Takva gibi yapıtlar tersine işleyerek dindar bireyin sinemada doğru temsiliyetini iyice zora sokuyor.


Bir "kendi" sinemamızın varlığı, gerekli olup olmadığı tartışması yerli edebiyat, yerli düşünce tartışmalarının son halkası olarak ele alınabilir. Dünya ölçeğinde düşündüğümüzde zaten sinema modern bir sanat ve kökleri batıya doğrudan bağlı olduğu için de alanın içinden alternatif üretmek çoğu zaman yine alanın içinden çıkan Fransız sineması, İtalya sineması gibi alternatiflerden esinlenerek yapılıyor. Kendi sinemamızdan bahsedebilmek için yol sadece yeni bir dil oluşturmaktan değil, bir adım ötesine geçerek kendi hâkim popüler kültürünü oluşturmaktan, yani mahallesini taşralıktan, merkez konumuna taşımaktan geçiyor. Mevcut popüler veya alternatif tarzların üzerine yerel sos sıkılmış havası veren yapımlar değil, biçimsel ve sanatsal olarak da kendi tarzlarını ve klasiklerini üreterek evrensel olana eklemlenebilen yapımlar kalıcı olacaktır. 

Star/ Açık Görüş 
1.09.2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder