9 Kasım 2016 Çarşamba

"bir şeyler" üzerine...



"Neler yapıyorsun bu aralar" sorusu kadar tekinsiz ve ürkütücü bir soru yok. Sorunun cevabına göre o an vasıfsız elemana dönüştürecek ya da dönüştürmeyecek çünkü toplum seni. Konumsuzlaştıracak. Kavramsal düzlemde bir yere yerleştiremeyince de anlamsızlaştıracak. Neler yaptığımızı gururla sıralamadan önce "bir şey"ler yapıyor olma zorunluluğumuz üzerine biraz düşünmek gerekiyor oysa ki. Ben bu yazıda bunu yapmayı deneyeceğim.. 

Bu soru bana da soruluyor. Ben de sorarken buluyorum kendimi. Sonra kızıyorum. Gündelik hayatta hepimiz birbirimizin küçük yargıçları olarak hareket ediyoruz, bir şeylere göre yargılıyoruz. Tarih, ekonomi, kültür ve toplum içindeki bağlamları bunu gerektiriyor çünkü.

Neler yapıyorsun, çok yoğunsun tabi, ben de çok yoğunum, herkes çok yoğun, hepimiz yoğunuz. Gündelik hayatın sosyal kalıpları içinde saygın olmak, bizzat yoğun olmayı gerektiriyor. Herkes ne kadar yoğun olduğunu kanıtlamak için çırpınıp duruyor. Böylece  bunu pek de sorgulamadan sadece kabul edilebilir bir benlik ve kimlik inşa etmek adına ne kadar yoğun olduğumuzu kanıtlamaya çalışıyoruz. Hiç bir şeye şöyle ağız tadıyla ayıracak vaktimizin olmaması mevcut toplumsal düzenin de dayattığı bir şey elbette. Ama asıl olan, vakit bolluğundan duyulacak bir utanca karşı, vakitsizliğin bireye kazandırdığı sınırlı karizmaya sığınmak. Bu yüzden sosyolojinin asıl dayattığı vaktimizi kaplayan işlere yetişebilme baskısı değil, vakitsizlik statüsünü kaybetme endişesiyle bireyde imaj yaratmaya yönelik baskı oluşturması.

Benlik inşasında imajlar ve geri bildirimlerden oluşan bu ilişkiler ağı yüzeyde duran ilk basamaksa, daha derinde duran ikinci basamak saygın bir "bu aralar çok yoğunluk imajı" nın anlamlı olabilmesi için bu yoğunluğu somut bir üretime dönüştürmek. Çünkü saygın olmak için bir işe yaramak, bir işe yaramak içinse üretim yapmak bu düzenin kaçınılmaz bir koşulu. Kapitalizmin anlamlılık sistemi böyle çalışıyor. Deli gibi üretmiyorsan hiç çöplüğüne atılıveriyorsun. Para kazanmak, makale yazmak, proje başlatmak, orda burda her yerde işe yaramak. Oysa ki işe yaramıyor olmakla 'meta' üretmemenin aynı kabul edilmesi içinde yaşadığımız tarihsel ve politik koşulların bir sonucu olarak eleştirilmeye muhtaç.

Öyle bir toplumsal düzende yaşıyoruz ki, ikili ilişkilerden, birey-toplum ilişkilerine değin her ilişkide sadece müşteri ve satıcı ilişkisi kurarak ilişkilenebiliyoruz toplumla. Bu aile üyelerinin birbiriyle iletişiminden, öğrenci-öğretmen ilişkisine, komşuluğa, arkadaşlığa, irili ufaklı her düzlemdeki ilişkiye sirayet ediyor. Böylece insani değer sistemi de yerini artık tamamen pazarlamacı değer sistemine bırakıyor.

Önemli olma baskısı hiçe sayılacak bir baskı değil. Modern insanın meşguliyeti ve gerçekten üretim yaptığı da yalan değil. Sorgulanması gereken zaten bu. Yani önemli olmama tekinsizliğinden kurtulmak için kişinin benliğini sürekli üretime dökme çabasının kendisinin meşru olup olmadığı. Çünkü modernite tam da böyle işliyor. Eski zamanlardaki gibi kurallara itaat et yoksa kellen vurulur demiyor, ama lafı dolandırıyor ve sonunda kurallarıma uymazsan hiç kimse olursun, önemli olamazsın diyerek bizi itaate zorunlu olarak gönüllü kılıyor. Bi an bile önemsiz hissetmek anında kaçılması gereken içsel bir karanlık. Kocaman bir kara delik önemsizlik. Hatta bu kellenizin kesilmesinden bile çok daha büyük bir tehdit. Bu yüzden liberal toplumlar, faşist veya sosyalist olanlardan çok daha disipline edici.

Tam da bu yücelme arzusuyla içine atlanan bu havuz, havuzun kendi sınırları ve konumu dolayısıyla sonsuz olan insanı, üretim ilişkileri bağlamında tanımlanmış beşeri bir önemlilik ve önemsizlik seviyesine hapsediyor. Önemin kapitalist ölçüm değerlerinden başka anlamları da var. "Network" kurmadan sevilen arkadaşların, üretime dökülmeden mesai harcanan düşüncelerin veya bazen öylece durmanın yarattığı hakikat çok daha gerçek. 

O yüzden çok yoğun olurken yapılan işlerin ne olduğuna bakıldığında, insanın itiraf edemediği bir uydurulmuşluğu deşmek gerekiyor. Hepimiz kendimize yalan söylüyoruz. Tüm yoğunlukları ve görevleri uydurduğumuz gibi, tüm benliğimizi ve tüm dünyayı da uydurup delice inanıyoruz. Bununla yüzleşmek zorunda kalmayalım diye her gün üzerine yeni yalanlar ekliyoruz. Bu elbetteki çalışmayalım anlamında değil ama arada sırada söylemsel olanın içine sıkıştırılmışlığımızın farkında olalım diye. 

Siyaset dediğimiz şey sadece mecliste bürokraside, Ankara'da olan bir şey değil. Hatta siyasetin bu görünen yüzü o kadar şekilsel ki gerçekten siyasi bile değil. Asıl siyaset gündelik hayatta. "Neler yapıyorsun bu aralar?" sorusunda mesela. "Bu aralar çok yoğunuz"un içinde. 


Bu yazıdan sonra şu da iyi gidiyor, okuyun sevgili okuyucular: 

http://ozanoyunbozan.blogspot.com.tr/2015/05/akademisyenler-ne-is-yapar-bir.html

1 yorum:

  1. LuckyClub Casino Review 2021
    The casino boasts an expansive range of slots and table games, and they're packed with over 1,000 games – which means you can't wait for a bonus  Rating: 4.7 · ‎Review luckyclub by LuckyClub.live

    YanıtlaSil